21 Ocak, 2020

ŞİMDİ O CEZADAN, BİR KÖYÜN KOCA ORMANI VAR


Gözümüz gibi baktığımız bir orman var, bizim köyümüzde, az alanda bir yerde. Köyde Abdurrahman diye bir adam var. İşte daha evvel katil olmuş deli dolu bir adam. Kimse ona bir şey diyemiyor, korkuyordu. Abdurrahman gece ormandan dört tane ağaç kesip gelirken, biz gençler gördük onu. Abdurrahman'a kimse bir şey diyemiyor. Sen ağaç kestin diyemiyor. 

Bir sene köyde Abdal Musa lokması yapıldı. Köyümüzün epey büyük cem evi vardı. Abdal Musa lokmasına halk toplandı bayağı da kalabalıktı. İsimlerini hiç unutmuyorum arkadaşların; Kel Mehmet, Kasım, Haydar bir de ben oradayız, Abdurrahman Emmi'de geldi oturdu oraya, böyle kaba kaba oturuyor. Kalktık biz, ben önder oldum, dededen müsade isteyerek dedeye: "Abdurrahman Emmi'den davacıyım" dedim. Dede: "Burada mı Abdurrahman Çavuş" dedi. Lakap olarak çavuş derlerdi. O böyle kaba kaba kalktı ve "Buradayım dede" dedi. Dede: "Abdurrahman Çavuş yola gel dedi, özünü dara ver. Bu genç çocuklar, davacı" dedi. O yine kaba tavrıyla kalktı geldi. İşte yarı becerir, yarı beceremez haliyle niyaz bende oldu. "Ne yapmışım" dedi. Dedim ki: "Şahitleri de var Abdurrahman Emmi'yi bizim köyün korusundan gece meşe ağaçlarını keserken gördük." Abdurrahman Emmi: "Dede yaptım, kestim" dedi. Dede: "Ey canlar! Abdurrahman Özlük  o da benim sülalemden birisi, ormanımızdan ağaç kesmiş gelmiş. Bunun cezası ne olsun? Ne olmalı? Orada halk kendi arasında toplantı, sohbet etti. 90 yaşında ki Tutuyan Ebe'yi sözcü olarak seçtiler.

Tutuyan Ebe: "Oğul oğul bunun cezası ne olsun biliyor musunuz? Cezası dağın göğsünde boş bir alan var, o alana meşe palamudu diksin" dedi. O koca adam büküldü "eyvallah dede" dedi. Çünkü o bir koç kes, bir koyun kes denmesini bekliyordu, şaşırmıştı. 1959 yılında Abdurrahman Çavuş ile köy halkı birlik oldu ve dağın göğsüne 10-15 çuval meşe peliti dikildi. Şimdi o cezadan bir köyün koca bir ormanı var...

Anı Keskinli Aşık Haydari'nin 1999 yılında Ayhan Aydın ile yapmış olduğu söyleşidendir. Biz bazı kısımları düzenleyerek sizlere sunduk. 

KESKİNLİ AŞIK HAYDARİ KİMDİR?


Aşık Haydari Kimdir?

Asıl adı Kaya Özlük'tür. 10 Kasım 1938'de Kırıkkale'nin Keskin ilçesinin Haydar Dede köyünde dünyaya geldi. Erken yaşlarda gurbet hayatıyla tanışır. Saz çalmaya küçük yaşlarda başlar. Okumak ister ancak babası okuması taraftarı değildir. Köy öğretmeni Abbas öğretmen babası ile bu konuyu konuşmaya gider ve şu cevabı alır: "Bırak hoca yav! Bu adam okursa milletin başına bela olur! Bu kafir olur!"

Köylerinde ki cemlerde zakirlik yapan Aşık Haydari yöresinin ünlü isimlerinden Hacı Taşan'dan etkilenir. Hacı Taşan'dan etkilenmesi babasının hoşuna gitmez. Hem geçim derdi hem de babasının bu yaklaşımları onu rahatsız eder ve Ankara'ya göç eder. Edebiyatla tanışması da 1960-61 yıllarında Ankara'ya göçmesi ile başlar. 1963 yılında Ankara Tuzluçayır'da gerçekleşen Abdal Musa'da Aşık Veysel ile tanışır. Haydari mahlasını da kendisine Aşık Veysel vermiştir. 


Sanat hayatı boyunca Hüseyin Çırakman, Feyzullah Çınar, Müslüm Dalkılıç, Neşet Ertaş, Hacı Taşan, Dursun Cevlani, Nesimi Çimen, Aşık Ali Cemal, Aşık Emini, Aşık İsmail İpek, Mahzuni Şerif, Sefil Selimi gibi birçok ozanla dostluk kurmuştur. Şiirlerini Cumhuriyet Türküsü adlı kitapta toplayan ozanımız 2015 yılında ise bedenen aramızdan ayrılmıştır. 

Şimdi kiminlesin diye bana sorsalar
Ezenden olmam ki ezilendenim
Eşkiyalar dört yanımı sarsalar
Ezenden olmam ki ezilendenim

Söylerim doğruyu babam da olsa
Dünya parasıyla ceplerim dolsa
Pir Sultan misali boynum vurulsa
Ezenden olmam ki ezilendenim

Adalet kurulsa bir sınav versem
Halkın hakkı için ölsem dirilsem
Nesimi misali dara gerilsem
Ezenden olmam ki ezilendenim

---------------------------------

Arzu eyleyip bize gelmiş
Merhaba de dosta gönül
Arayıp da bizi bulmuş
Hoş geldin de dosta gönül

Ta Yunus'tan söz eylemiş
Ne de güzel şeyler demiş
Beni kendisinde görmüş
Merhaba de dosta gönül

Keskinli Haydar söyledi
Dert üstüne dert eyledi
Dostluk deryasını boyladı
Merhaba de dosta gönül


Kendisinin anlatımıyla bir anısı:

https://www.ozanlarodasi.com/2020/01/bir-cezadan-var-olmus-bir-orman.html

Ozan Esrari Kimdir?


Ozan Esrari Kimdir?

1958 yılında Hatay Kırıkhan'da dünyaya geldi. Aslen Malatya'nın Doğanşehir ilçesinin Topraktepe köyündendir. İlkokulu Hatay'da bitirdi. Maddi imkansızlıklardan dolayı eğitim hayatını o dönem devam ettiremese de askerlikten sonra ortaokulu ve lise eğitimini kendi çabalarıyla tamamladı. Evli ve üç çocuk babasıdır. 

Bağlamayı yedi yaşında çalmaya başladı. İlkokul çağlarında ilk şiirlerini yazdı. Edebi olarak kendisini geliştirmesinde Mahrumi Baba etkin rol oynadı. Pir Sultan Abdal, Şah Hatayi, Seyit Nesimi, Yunus Emre, Harabi gibi ozanlardan etkilendi. Günümüz yüzyılında ise etkilendiği ozanlar; Meluli Baba, İbreti Baba, Çoban Mehmet Baba, Mahrumi Baba gibi isimlerdir. Esrari mahlasını ise Mahrumi Baba, Çoban Mehmet Baba, Seyit Müslim Dede'den almıştır.

Sanat hayatı boyunca yurt içi ve yurt dışında sayısız etkinlik ve konsere katıldı. Şiirleri çeşitli sanatçılar tarafından okundu ve çok ses getirdi. Halk ozanlarının özünde sevgi, yardımlaşma, dayanışma, kültür ve barış olduğunu belirten ozanımız halen Mersin'de ikamet etmektedir. Birkaç şiirini sizlerle paylaşıyoruz

Gönlüm arzulardı sizi görmeyi
Gelip göremedim Meluli Baba
Mahitabına yüzüm sürmeyi
Gelip süremedim Meluli Baba

Aşkını gönlümde her an sezdiğim
Gece gündüz hayaliyle gezdiğim
Muhabbet ehlisin benim sevdiğim
Gelip saramadım Meluli Baba

Esrari'm der sende kaldı nazarım
Aşkın kitabına ismin yazarım
Senin eserlerini okur gezerim
İzini sürerim Meluli Baba

*22 Kasım 1989 yılında Meluli Baba için yazmış olduğu bir şiirdir.

-----------------------------------

İnsan Aleminden arzumuz bizim
Birbirinin kıymetini bilsinler
İnsan varlığına kıymet vererek
Sevgi, saygı kisvesini giysinler

Ayrı, gayrı gözle gözetmeksizin
Din, dil, ırk ayrımı yapılmaksızın
Türlü hilelere kapılmaksızın
İnsanlığa hizmetini versinler

Barışla özgürce yaşamak için
Adaletle hakça bölüşmek için
Hakkın varlığına yaraşmak için
İnsan Haklarına saygı duysunlar

İnsanlar hep bir araya gelerek
Sevgi saygı birliğini kurarak
Bütünleşip tek bir devlet olarak
İnsanlığın bayrağını çeksinler

Esrari sevgidir bizim gıdamız,
Böyle emreylemiş güzel hüda'mız
Mademki Hava'yla Adem atamız
Bunca cehaleti serden silsinler


-----------------------------------

Gel ey vaiz sakın yanlışa düşme
Biz Ali'yiz Ali bizde Enel Hakk
Nefsine uyupta yaralar deşme
Ali sevgi, Ali barış gel de bak

Ali hem Sevgidir, Ali hem barış
Ali insanlığa hem bir uyanış
Ali ile Hakka kolaydır varış
İnanmazsan hele dene gör de bak

Aç gözünü eresin sen bu sır'a
Dört kitap hitap ediyor o nur'a
Esrari'der sakın bakma kusura
Özünü bu yola hele serde bak

20 Ocak, 2020

Behçet Aysan Kimdir?


Behçet Aysan 1949'da Ankara'da doğdu. Orta öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi'nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okurken 1972 yılında, Ceza Yasası'nın 141. maddesine aykırı eylemde bulunduğu savıyla tutuklandı. Türk Haberler Ajansı ile Yankı dergisinde gece sekreterliği yaptı. Birkaç defa ara verdiği tıp öğrenimini 1984'te bitirdi. İlk şiirleri Türk Dili, Yusufçuk, Tan, Yazın ve Yarın dergilerinde yayımlanan Aysan, özgün tamlamaları ve işlediği temalara egemenliği ile dikkat çekti. 1983'ten sonra özellikle Düşün, Sanat Rehberi, Broy, Gösteri dergilerinde yazdı. "Eylül" adlı basıma hazır kitabında topladığı şiirleriyle 1986 Ceyhun Atuf Kansu Ödülü'nü kazandı. Aysan'ın şiir kitapları:

  • Karşı Gece (1983)
  • Sesler ve Küller (1984, Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü)
  • Eylül (1986, 1988 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)
  • Deniz Feneri (1987, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü)
  • Şiirler (1990)
  • Behçet Aysan Kitabı (1993)
1993 yılının 2 Temmuz günü ise Sivas Katliamında bedenen aramızdan ayrılmıştır.


Palanga
çıkarın rüzgârın kelepçesini
size soracak sonra yıldızlar
dağlar koşacak denize doğru
günler ise özgürlüğe doğru
çıkarın rüzgârın kelepçesini.

çıkarın sözün ağızdan kilidi
size soracak sonra geleceğimiz
evlere giden kanlı giysilerle
baharda açan kardeşim gelincik
çıkarın sözün ağzından kilidi.

çıkarın ışıkların pençesini
hapishanelerin taş avluları
ve mezarlarda dolaşan analar
şarkılarımızın acılı ezgileri
çıkarın ışıkların peçesini.

birlikte yürüsün gölgeleri
birlikte yürüsün ölülerimizin.

onu tanımıyordum hiç görmemiştim
sinemanın önünde buluşacaktık
yakasında bir kırmızı karanfil
benim elimde ikiye katlanmış
bir avgi olacak.

buluşma saati geçti
kimse gelmedi.

anlamıştım
sintağma alanına kaçmaya başladım.

peşimdeler.

geceye kadar koştum
koyu bir karanlığın içinde.

barba hristos’un anlattıkları
hep aklımdaydı, eski kapetan.

bir gün başkaları da bizi anlatacak
hazır olalım sözlerin
pas tutmayanı için
çamura bulanmamış çığlıklara.

adımız buydu diyelim
yerimiz buydu, işte tarih

ölü ellerle değil
sevgiyle yarattığımız
işte gökyüzü

adımız buydu bir aşk adı
rüzgârımız denize doğru
ak köpüklü denize
eşitliğin barışın kardeşliğin
yeleleri terli kanatlı atına.

ak köpüklü denize.
poseidon’un altın arabasıyla
dolaşmaya.

“günlerce dolaşır ormanlarda
ve korularda ve pınar başlarında
ve bütün ırmakların kıyılarında

onu aradılar, artemis’i.

sonunda bir denizde yıkanırken
buldular, artemis başladı kaçmaya
o kaçtı, onlar kovaladı, o kaçtı

naksos adasına vardılar.

orada artemis ansızın yok oldu
yerini sütbeyaz bir dişi geyik aldı.

iki kardeş artemisi unutup, geyiği kovalamaya
başladı bu kez, birbirlerinden ayrıldılar

ağazların arasındaydılar.

bir süre sonra otos geyiği gördü
ephialtes de görmüştü.
tam ortalarındaydı geyik.

birden mızraklarını savurdular.

o anda geyik kayboldu gitti.

otos’un mızrağı ephialtes’e
ephialtes’in mızrağı otos’a.

öldüler.

Poseidon’un oğullarıydılar.”

Behçet Aysan

Bu eser 1986 Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülünü kazanmıştır. Ayrıca Asım Bezirci'nin derlediği Türk ve Yunan Şairlerinin Diliyle Barış ve Dostluk Şiirleri antolojisinde de yer alan bir şiirdir.

Metin Altıok Kimdir?



Metin Altıok 1940 yılında İzmir'de doğdu. Ortaöğrenimini Karşıyaka Lisesi'nde, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Faküktesi Felsefe Bölümü'nde tamamladı. Bir süre memurluk yaptıktan sonra öğretmenlik mesleğini seçti. Dost, Soyut, Türk Dili, Köken, Oluşum, Sesimiz, Cumhuriyet, Türkiye Yazıları, Gösteri dergi ve gazetelerinde yaymladığı şiirlerinde öz ve biçim kaynaşmasının, taze bir duyarlığın başarılı örneklerini verdi. Kuşağının verimli şairlerinden biri olarak tanınan Altıok, özel ve genel durumlarda yaşadığı tepkileri, hangi tutkuların, eğilimlerin egemenliğine girmişse onları dile getirdi. 1976 yılında yayımladığı ilk kitabı "Gezgin"den sonra sırayıla şu kitapları yayımladı:

  • Yerleşik Yabancı (1978)
  • Kedinin Avcısı (1980, Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü'nü Ahmet Telli ile paylaştı)
  • Küçük Tragedyalar (1981)
  • İpek ve Klabtan (1987)
  • Gerçeğin Öte Yakası (1990, Cemal Süreya Şiir Ödülü - 1991)
  • Dörtlükler ve Desenler
  • Süveyda (1991)
  • Alaturka Şiirler (1992)
  • Şiirin İlk Atlası (1992)
  • Hesap İşi Şiirler (1993)
  • Soneler (1994)
2 Temmuz 1993 yılında Sivas Katliamında çıkan yangında ağır yaralandı. 9 Temmuz'da ise bedenen aramızdan ayrıldı. Aşağıda paylaştığımız şiiri ise ilk kitabında yer alan Sis adlı şiiridir. Sanki usta Metin Altıok yıllar öncesinden olacakları hissetmiş gibi.

Özenle boyadım ipliğini sevginin,
Gidip de bulamamanın incinmiş rengine.
Sisi gümüş bir rüzgârla tepelerden eğirdim,
Dokudum yalnızlığın bu serin kumaşını,
Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.
Ölümü tastamam ezberledim de geldim,
Dilimde bu buruk türkü tadıyla
Bilmem ki buradan nereye giderim.

Sonunda kendime bir top yangın edindim,
Soluğumla besledim dudağımın ucunda.
Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,
Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri
Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.
Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,
Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.

Asım Bezirci Kimdir?


Sivas Katliamında kaybettiğimiz değerli edebiyatçı Asım Bezir Kimdir? İşte biyografisi:

Asım Bezirci 1927 yılında Erzincan'da dünyaya geldi. İlkokulu memleketinde, orta ve liseyi parasız yatılı olarak Erzurum'da okudu. 1946'da Erzurum Lisesi'ni, 1950'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 1973'de kadar özel bir şirkette muhasebe ve murakabe servislerinde şef olarak çalıştı. 1978'de emekliye ayrılarak kendini tümüyle edebiyata verdi.

1950'de Gerçek gazetesinde yazarlığa başladı. Gazetede siyasal fıkraların yanı sıra çeviriler ve edebiyat üstüne denemeler yayımlandı. Fikret Arıtel takma adıyla 1955'te Forum ve 1956'da Yeni Ufuklar dergisinde bir kaç eleştirisi basıldı. 1957'de Ankara'da yedek subaylığını yaparken Halis Acarı takma adıyla Seçilmiş Hikayeler dergisi ile Pazar Postası gazetesinde sürekli yazmaya koyuldu. 1960'tan sonra bir çok dergide göründü. Nurullah Ataç'ın öznel/izlenimsel eleştiri anlayışına karşı nesnel/bilimsel eleştiri çağının açılmasına, yerleşip gelişmesine uğraştı. Ardından, bu yeni anlayışın toplumcu dünya görüşüyle temellendirilmesine girişti. Bu görüşün estetik kuramını oluşturmaya çaba gösterdi.

Ayrıca, edebiyatımızın değişik dönemlerini, sorunlarını, olaylarını, şair ve yazarlarını ele alan deneme, eleştiri, araştırma, inceleme örnekleri verdi. Tevfik Fikret'in, Ahmet Haşim'in, Nazım Hikmet'in, Cahit Sıtkı Tarancı'nın, İlhami Bekir'in, Sabahattin Ali'nin, Orhan Veli'nin bütün şiirlerini derleyip eleştirili/açıklamalı basımlarını hazırladı. Yeni A, Dönem, Gelecek, Sanat Emeği, ve YazkoEdebiyat dergilerinin kurucuları/yöneticileri arasında yer aldı. Türkiye Yazarlar Sendikası'nın yönetim kurulunda bulundu ve 1978'den 1987'ye kadar saymanlığını yaptı. 1963'te Otağ dergisinin, 1968'de Yeni derginin okurlarınca, yaşayan eleştirmenlerin en beğenileni seçildi. Rıfat Ilgaz adlı çalışmasıyla 1989 Ferit Oğuz Bayır Kültür ve Sanat Ödülü'nü kazandı. 1954'ten beri yazdığı, çevirdiği, derleyip düzenlediği yayımlanmış kitaplarının sayısı 70'e ulaşan Asım Bezirci'nin 16'da çeviri kitabı mevcuttur. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Katliamında ise bedenen aramızdan ayrılmıştır.

Asım Bezirci'nin Eserleri
  • Çok Kapılı Oda (1961)
  • Edip Cansever (1961)
  • Günlerin Götürdüğü Getirdiği (1962)
  • Bilimden Yana Sosyalizme Doğru (1963)
  • Abdülhak Hamit ve Târık yahut Endülüs Fethi (1966)
  • Okudukça (1967)
  • Ahmet Haşim (1967)
  • Orhan Veli Kanık (1967)
  • Nurullah Ataç (1968)
  • Dünden Bugüne Türk Şiiri (1968)
  • Metin Eloğlu (1971)
  • On Şair On Şiir (1971)
  • Seçme Romanlar (1973)
  • İkinci Yeni Olayı (1974)
  • Sabahattin Ali (1974)
  • Nâzım Hikmet ve Seçme Romanlar (1975)
  • Soyalizme Doğru (1975)
  • Bilimden Yana Sosyalizme Doğru (1976)
  • Orhan Kemal (1977)
  • Halk, Sosyalizm, Kültür ve Edebiyat (1979)
  • 1950 Sonrasında Hikayecilerimiz (1980)
  • Seçme Hikayeler (1981)
  • Abdulhak Hamit (1982)
  • Pir Sultan (1986)
  • Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri (1986)
  • Şairlerimizin Diliyle Barış (1987)
  • İnceleme ve Şiirler Türk-Yunan Dostluk ve Barışı (1987)
  • Rıfat Ilgaz (1988)
  • Deyimlerimizin Sözlüğü (1990)
  • Oktay Akbal (1991)
  • Sosyalizmin Işığında Felsefe, Bilim ve Din (1993)
  • Temele Gül Dikenler (1993)
  • Güle Dil Verenler (1993)

19 Ocak, 2020

En Güzel Aşklarımı Türkü Söylerken Yaşadım


Türkü söylemek benim için bir aşk halidir. En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı, ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum. Ben yalnız türkü söylemiyorum ki. Bu söylediğim türkülerle, aynı zamanda, çağdaş Türk toplumunun lied'lerini söylüyorum. Ben türkü söylerken sazım ne benimle yarışır, ne de türkülerle. Bize yalnızca eşlik eder, bizi tamamlar. Halkımızın büyük ustalarında da saz böyle saygılı bir uyum içindedir. Bu açıdan bakılınca, türküleri bir besteci gibi ele aldığım daha iyi anlaşılır. Bundan önceki plaklarımda olduğu gibi, bu plağımda da (Şiirler, Türküler adlı plağı) halk ozanlarının yolunu izleyerek bazı sözleri bağlı oldukları ezgilerle söyledim. Bazı sözleri, ortanın malı olan ezgilerden birine uygulayarak söyledim. Mevlana'da, Nazım'da, Melih Cevdet'te, Hasan Dağı'nda olduğu gibi bazı sözler için de yeni ezgiler düşündüm. Kimileri icracı, kimileri de yorumcu diyor bana. Sanatta yorumsuz icra olmaz ya, ikisinin de başımın üstünde yeri var. İcracıyı kalıcı ve yaratıcı saymamak bizim ülkenin yarı aydınına vergi. Oysa özellikle müzik, bestecisiyle icracısıyla bütünlük içinde olan bir sanat. Yaratmanın gerçekleşmesi, ikisinin de var olmasına bağlı. Kaldı ki, icracının yaptığı iş de kalıcı ve yaratıcı bir iştir. Paganini, bestelerinden çok icracılığıyla kaldı dünyamızda. Şalyapin de öyle. Oyştrah da Münir Nurettin de. Zamanımızın belgeleyici teknik olanakları daha da çok kanıtlayacak bunun böyle olduğunu. Bir işi geliştiriyor, ileri götürüyorsa ister besteci, ister icracı olsun ikisi de kalıcıdır.

Burada bir şeye daha değinmek istiyorum. Sanatçı da tıpkı bir çiftçi, bir demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle, hem de hüneriyle. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek yiyebilmelidir. "Beni bu halk anlamaz" demek, en azından boş bir kendini beğenmişliktir. İnsan kendini beğenmede bile yalnız kalmamalı. Halkın sanatta anlamadığı bir yer bulunabilir, Sanatçı bunu umursamamazlık edemez. Çünkü tüketicisi olmayan bir üretim yaşamaz. Hani hükümet zoruyla da yaşayamaz demek istiyorum. Elli yıllık değil, yüz elli yıllık deney var önümüzde. Bazı sanat kurumlarının gittikçe yozlaşması, kuruyup gitmesi bundandır. Halktan kopuk hiç bir işten, hiç bir insandan hayır gelmez.

Ruhi Su


16 Ocak, 2020

Gün Oldu Omuzlarda Taşındım, Gün Oldu İdam Fermanlarıyla Çok Acı Günler Geçirdim


Anamdan hangi yılda, hangi saatte doğduğumu, kesin olarak bilmem elbetteki mümkün değildir. Ancak halkımın beni Mahzuni Şerif olarak tanıyışının, benim asıl doğumum olduğu inancıyla yola çıkarsak, kendimi 1961 yılında doğmuş kabul ediyorum.

Halk ozanlığı misyonunun şöhret kapısı, o yıllarda açıldı bir kanadıyla. Yani yaklaşık 35 yıldır şu memlekette, söylediğim türkülerin içinde yaşadım. Bu içerik kimi zaman beni dik başlı dağların eteğinde çöreklenmiş masum ve ezgilerin Anadolu insanlarının bağrında, bazen de büyük metropollerin kesesi geniş elit kabadayılığının rakı, viski kokmuşluğunda, bazen Avrupa’nın akılalmaz teknolojisine ter akıtan milyonlarca işçinin çatlak ellerinde ağırlamıştır. Yüzlerce maceraya, yüzlerce mutluluğa, hüzne şahit olmuşumdur.

Gün oldu bir dilim ekmeği dağarcığımda bulmak için koklamadığım çarıklar, çizmeler kalmadı. Gün oldu bir ülkenin huzuru için canını feda edenlerin arasında gördüm kendimi. Gün oldu omuzlarda taşındım, gün oldu idam fermanlarıyla çok acı günler geçirdim, ancak bunların hepsi inandığım kutsal bir doğru da yarı silik hatıralar olarak kaldı.

Mahzuni Şerif

14 Ocak, 2020

MAHZUNİ ŞERİF'İN AŞIK VEYSEL'LE OLAN ANISI


Mahzuni Şerif anlatıyor:

1967'nin Ağustos sonlarıydı. Ankara'da Çinçin Bağlar'ında mezarlığa yakın bir yerde, bir gecekonduda oturuyordum. Akşamüstü, kapım çalındı, genç bir arkadaş güler bir yüzle selam verip Aşık Veysel tarafından gönderildiğini söyledi. İçeri buyur ettim genç adamı.

Koltuğunda bont bir çanta vardı. Son derece şık giyinmiş, kibar mı kibar. El sıkıştık, hoşbeş... Adam vaktimi aldığı için özür diledi. Ona, önemli olmadığını söyledim.

Söze başladı:
"Sevgili Mahzuni. Ben Aşık Veysel'in yeğeniyim. Ankara'da memurum. Amcamın çok selamları var. Tedavi için Ankara'da bir hastaneye yatırmak istiyoruz. Bunun için bir hayli paraya ihtiyaç var. Zonguldak'ta bir konser vermeyi düşündük, imkanı varsa baba erenler bu konsere gelmeni rica etti. 


Adamın sözünün bitmesini beklemeden:
- O ne demek? Bunun sözü mü olur, başım gözüm üstüne. Ne zaman olacak bu? dedim.

Geçmiş gün; adam sanırım bir aya yakın bir mühlet söyledi. Feyzullah Çınar rahmetliye de gittiğini, onun da bunu kabul ettiğini söyledi. Kısacası razı olup gitmek istediğimi söyledim, adam gitti. Zaman geldi, söz konusu konser için Zonguldak'ta buluştuk. Kul Ahmet, Maksudi, Mahzuni, Şah Turna, Nurettin Dadaloğlu gibi isimler vardık. Muhteşem bir gece yaptık. Akşama kalacağımız otele dönmeye hazırlanmıştık ki, kuliste Veysel Baba'ya sordum.

- Baba erenler organizatör arkadaş, hangi kardeşinizin çocuğu? Veysel amca o babacan kaşlarını çattı. "Anlamadım" dedi. Ben sorumu tekrarladım. Baba bütün bütün şaştı. "Yahu" dedi, "Arkadaş, senin teyzenin oğlu değil mi?" Güldüm. Baba dalga mı geçiyorsun? diyecektim...

Veysel Amca: "Bir ay kadar önce bu arkadaş bana geldi, senin ameliyat olman gerektiğini, paranın olmadığını, benim yardım etmemi söyledi. Ben de kabul ettim. Şimdi bu adam senin teyzenin oğlu değil mi? Şaşırma sırası bana gelmişti.

Hemen adamı bulmak, getirip yüzleşmek için seyircisi dağılmış sahneye koştum. Meşhur organizatör paraları vurup çoktan Ankara yolunu tutmuştu, koştum. Meğer diğer sanatçıların hepsini Veysel Baba'nın ve benim hastalığım adına toplamış. Hiçbirimiz bunun farkına varamamıştık. Üstelik hiçbirimizin cebinde on lira kalmamıştı. Hepimiz konser parasına güvenerek gelmiştik. Organizatör Ali ortalarda yoktu.

Geri sahneye döndüm. Veysel Baba'yı da alıp otele götürmüşler. Baba da, belki Ali otele dönmüştür diye, beni beklemeden kaldığımız otele gitmiş. Köşe bucak aradık, Ali yok yok. Ben de bir arabayla, bir sevenimle otele döndüm.

Veysel Baba, otele girmemiş merdivenin ayağında oturuyor. Selam verdim. Baba elimden tutup, "Hele otur şuraya" dedi. Ne yapacağımızı söyledim. Baba yavaşça gülerek eğildi kulağıma:

"Ne yapacağımız kaldı mı? Seni şey eden Ali, beni de etti" dedi.


Yıllar geçti, rahmetlinin o esprisine güler dururum.

13 Ocak, 2020

Aşık Müslim Seyrani


1938 yılında Erzincan’ın merkez Günbağı köyünde dünyaya gelmiştir. On dört yaşında babasını kaybeder. Yoksulluğun getirmiş olduğu zorlu hayat şartları küçük yaşlardan itibaren peşini bırakmaz. Saz çalmayı kendi çabalarıyla öğrenmiştir. 1965 yılında evlenir. Evlilikleri eşinin ve kendisinin hastalığı nedeniyle altı ay gibi kısa sürede noktalanır. Bu ayrılık onu çok etkiler ve şiir yazmaya başlar. Aşıklığa başlangıcı bu şekilde olur. İmkanlarıyla üç kitap bastıran ozanımızın yüzlerce şiiri mevcuttur. 2009 yılında ise bedenen aramızdan ayrılmıştır.

İnancım, düşüncem vallahi böyle
İyilikten başka neyim kalır ki
Manasız mantıksız söylemem öyle
İyilikten başka neyim kalır ki

Ölürsem mezara mal, para girmez
Ahrette bana bir fayda etmez
İnsanlık olmazsa hiç bir kâr etmez
İyilikten başka neyim kalır ki

Doğruluk evladır hâlinde kalsam
Paslanmaz bir külçe altını bulsam
Dünyanın en zengin adamı olsam
İyilikten başka neyim kalır ki

Ömrümde en mutlu günleri görsem
Her şeyin tam tekmil sırrına ersem
En zevkli, sefalı günleri sürsem
İyilikten başka neyim kalır ki

Fırsatım var iken kötüye düşmem
Pak temiz kabında bir yere taşmam
Bu sevda başımda ölsem de geçmem
İyilikten başka neyim kalır ki

Bu Müslim Seyranî söyler ne hazin
Kendine getirir garip bir hüzün
Bu dünya âlemi ibretle gezin
İyilikten başka neyim kalır ki

Fotoğraf: Ayhan Aydın

Teko Hüseyin Dede



1907 yılında Elazığ’ın Baskil ilçesinin Şeyh Hasan (Tabanbükü) köyünde doğdu. Babası Mahmut Dede ve ağabeyi Kurtuluş Savaşına şehit düşünce annesi Elif Ana tarafından yetiştirildi. Sonrasında babasından boşalan postu doldurdu ve yaşadığı bölgedeki çok tanınan, sevilen bir dede oldu. 1997 yılında ise bedenen aramızdan ayrıldı. Oğlu Mustafa Tosun Dede ise vefatının ardından şöyle bir şiir yazmıştır:

Fanide koşturup cevlan eyledin
Yorucu bir yaşam sürdürdün baba
Unutulmaz çok nasihat eyledin
Nicesine haddini bildirdin baba

Sitem eder idin sevdiklerine
Şefkatliydin Ali muhiplerine
Çok emek sarf ettin taliplerine
İnşallah sözünü tutarlar baba

Teko Dede var idi ağırlığın
Bir zalim dert zedeli sağlığın
Çevren ispat etti vefakarlığın
Bir tarih sayfası kapandı baba

Denge zedelendi sarstı ayağın
Kesildi mecalin eridi yağın
Gayri tutmaz oldu elin ayağın
Sana vefasızlık ettiler baba

Kul Mustafa şansım bana gülmedi
Çok dilek diledim Mevlam vermedi
Doktorlar derdine çare bulmadı
Ferman büyük yerden çaresiz baba

YAZI ARŞİV