
Onat Kutlar
1936 yılında Alanya’da doğdu. Aslen Gaziantep’lidir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini son yılında mezun olmayı beklemeden bıraktı ve felsefe okumak için Fransa’ya gitti. Şiir ve öykü kitapları yazdı. Bir dönem Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Yapıtları arasında üç senaryoya da imza atan Onat Kutlar, 30 Aralık 1994 yılında The Marmara Oteli’ne düzenlenen bombalı terör saldırısında yaralandı. 15 Ocak 1995 tarihinde ise tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Bir önceki paylaşımda Onat Kutlar’ın, Nesimi Çimen ve Aşık Daimi ile ilgili yaşamış olduğu bir anısını sizlerle paylaşmıştık. En üzücü olan nokta ise sanatçılarımızı ve aydınlarımızı elden bir şey gelmiyormuşçasına bu şekilde yitiriyor olmamız. Yaşasalar kim bilir daha ne önemli eserler bırakacaklardı bizlere. Anıları önünde saygı ile.. Sivas Katliamından sonra kaleme aldığı bir yazısından ufak bir kesit sunalım:
Sen insan bile değilsin. Gözü dönmüş bir katil, bir yaratıksın. Sen, yüreği insan ve yurt sevgisi ile çarpan, tüm yaşamını ulusal edebiyatın en güzel eserlerini incelemeye, araştırmaya, değerlendirmeye adamış, kırk yıllık dostum o değerli yazar Asım Bezirci‘yi yakmadın.
Sen,”Baza, baza! Çi hest-ü baza!“, “Gel, gel! Kim olursan ol gene gel! İster kafir ol ister putperest gene gel! Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir!…” diyen kutbu Hazret-i Mevlana‘yı yaktın.
Sen nasıl müslüman olabilirsin? Yaktığın, göz göre göre, sırıtarak ve alkışlayarak yaktığın o mazlum yiğit, dürüst arkadaşım, o büyük cura ustası, halk ozanı, Sıvas’lı Nesimi Çimen değildi.
Sen, bir toz tanesinde alemleri gören, yüce tanrının bir sureti iken senin gibi biri marifeti ile derisi yüzülerek aslına dönen Seyyit Nesimi‘yi bir kez daha yaktın.
Sen nasıl Sivaslısın?
Sen, “Kavaklar” şiirinin dizeleri, Sezen‘in sesiyle dalga dalga tüm Anadolu’ ya yayılan; yıllarını inanılmaz bir özveri güzelliği ile Anadolu kentlerinde öğrencilerine adayan, Türkçenin en iyi çağdaş ozanlarından Metin Altıok‘u vahşice yaktığını sanıyorsun.
Ey zavallı gafil hayvan, yaktığın Yunus‘tur.

1974 yılı olmalı. Ecevit’in kısa koalisyon iktidar dönemi yeni başlamıştı. 12 Mart askeri darbesinin karanlığı henüz tam dağılmamıştı, ama gene de ufukta puslu bir aydınlıktan söz etmek mümkündü.
Ünlü “Balyoz Harekatı” sırasında susturulmuş, ezilmiş genç topluluklar yeniden bir araya geliyor, forumlar, toplantılar ve konserlerle seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.
Şair arkadaşım Süreyya Berfe ile birlikte bu konserlerin en kalabalık olanlarından birindeydik. Spor ve Sergi Sarayı’nda. Tribünlerde aşağı yukarı altı yedi bin kişi vardı. Hemen hepsi genç. Ortalıkta parkalı, Che Guevara tavırlı, botlu ve kollarında kırmızı görevli pazubentleri taşıyan sert görünüşlü delikanlılar dolaşıyordu. Sloganlar, sol yumruklar vs.
Bu, bir halk ozanları konseriydi. İçeri girerken bir tanıdık yüzle karşılaşmıştık. Elinde kılıf içinde küçük curası, uzun Alevi bıyıkları, gülen gözleriyle o gösterişsiz Orta Anadolu adamı: Aşık Nesimi. Yanında duran ve elinde gene bir saz taşıyan kişiyi bizimle tanıştırmıştı: “Aşık Daimi. O böyle yerlere pek gelmez. Ama kırmadı beni geldi...” demişti.
Tüm yaşamları halkın en yoksul kesimleri içinde geçmiş, yüzlerce yıllık bir müzik damarının ve halkın Pir Sultanlara uzanan başkaldırı geleneğinin iki canlı temsilcisi olarak yaşamış bu iki sanatçı çevrelerine biraz sempati, biraz da yadırgama duygusu ile bakıyorlardı.
Az sonra sunucu Aşık Nesimi’yi ve Daimi’yi haber verdi. Ötekilerle oranlanmayacak cılız bir alkış ve ‘Kim bunlar?’ gibilerinden mırıltılar. Oysa neredeyse o gençlerin yaşı kadar yıl özgürlük mücadelesine katılmış, baskıların, zulmün her türlüsünden geçmiş, küçük curasıyla inanılmaz bir direnç destanı yaratmış Nesimi’nin adı duyulunca herkesin saygıyla ayağa kalkacağını sanmıştım. Hiç öyle olmadı. Daimi ve Nesimi iki derviş gibi bağdaş kurdular, Pir Sultan sesiyle halkın hiç sönmeyen başkaldırı ateşine iki kırık dal atmaya durdular.
Ama bir süre sonra topluluk, ajitasyon isteklerine yeterince cevap veremeyen bu iki sanatçıdan büsbütün uzaklaştı. Homurdanmalar başladı. Süreyya ve ben çevremizdekileri uyarmak istedik. Ama biraz daha üstlerine gidersek kavga çıkacağı açıktı. Sustuk.
Nesimi Çimen tüm protestolara rağmen istifini bozmadı. Homurdanmalar yuhlara dönüşmeye başlarken birden inanılmaz bir şey yaptı. Ayağa kalktı. Daimi'yi dostça susturdu. Elinde curasıyla sunucu mikrofonuna geldi. "Dostlar" dedi, " Şimdi bir dakika susun. Ve halkın sesini dinleyin." Bir anlık bir suskunluk oldu. Nesimi Çimen küçük curasıyla ne yazık ki buraya tamamını alamayacağım o ünlü taşlamasını söylemeye başladı:
"Kolay mı gerçeği görmek
Dost bağında güller dermek
Orda kalsın değer vermek
Yeter ucuza satmasın
Sonu gelmez bu virdimin
Dermanı yoktur derdimin
Gerekmez ilaç yardımın
Yeter yakamdan tutmasın
Nesimi der vay başıma
Kanlar karıştı yaşıma
Yağın gerekmez aşıma
Yeter zehirin katmasın"
Sonra aldı arkadaşını ve gitti.
1991 yılı Onat Kutlar’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmış olduğu köşe yazısından bir anı.