18 Ocak, 2025

Nejat Birdoğan Daimi Baba'dan Bahsediyor

 


Daimi’nin bana verdiği sonsuz derslerin karşılığında ben 8-10 tane Alevilikle ilgili kitap yazdım. Hatta ilk yazdığım Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik kitabındaki Cem Törenleri, tamamen Daimi’den öğrendiğim şeylerin kitaba yansımasıdır.

Aşık Daimi Baba’nın yakın dostu Halk Bilimcisi duayen Nejat Birdoğan’ın anlatımından.

Kaynak: 1995 yılında Ahmet Koçak’ın Radyo Umut’ta Nejat Birdoğan ile gerçekleştirmiş olduğu söyleşi.

Daimi Gece Yarıları Uykusundan Kalkarak Şiirlerini Yazardı

 


Daimi, gece yarıları uykusundan kalkarak şiirlerini yazardı. Her gün akşama kadar Alevi halk müziği ile ilgili olan bir kişi düşünün; Alevilerin yüzyıllardan beri süregelen deyişleriyle içli dışlı olan bir kişi düşünün, ki Aşık Daimi olsun. Doğal olarak ruhu inceliyordu. Geceleri uyku uyumadığını da biliyorum. Kimi zaman gece 3’ten, 4’ten sonra kalkıp bu şiirlerini kaleme alıyordu.

Daimi’nin şiirlerini iki parçaya ayırmak mümkün: Bireysel duygularını işlediği şiirler. Sözgelimi:

Bir seher vaktinde indim bağlara
Öter şeyda bülbül gül yarelenir
Bakmaz mısın sinemdeki dağlara
Derdimi söylesem dil yarelenir

derken bireyseldir. Ama bir yandan da (...) :

Bana eğilsin melekler
Madem ki ben bir insanım

derken tüm Türkiye’de o zaman için var olan yirmi milyon Alevi’ye bir şey anlatıyordu. Bu Hakk’ın insanda tecelli etmesiydi. (...) Alevilerde var olan ‘’Hakka yürümek’’ sözcüğü - ki ölümün yerine kullanılan bir sözcüktür - ben Daimi’den dinlemiştim, öğrenmiştim. Ya da biz ‘’filan kişi öldü, onu toprağa verdik’’ derken, Daimi ‘’Hayır, böyle demeyeceğiz’’ diyordu: ‘’Hakka yürüdü ve onu yolcu ettik’’.

Nejat Birdoğan

Kaynak: Radyo Umut, 15 Kasım 1995 (Aşık Daimi’yi Anma Programı)
Arşiv: Ahmet Koçak

Fotoğraf Kaynak: R. Radyo Dünyası, 1952
Arşiv: Abdullah Bozdemir

Nesimi Çimen: 9 Ay Sigortalı Çalıştım

 


Dokuz ay sigortalı çalıştım. Onu da Yaşar Kemal sağlamıştı. 1962’de Kadirli’den İstanbul’a gelip Yaşar Kemal’e gittim. İş bulmamda yardımcı olmasını istedim. O da Behçet Kemal Çağlar’ı araya koydu. “Ben arada olursam iş vermezler. İyisi mi kıramayacakları birisini bulalım.” diye Behçet Kemal Çağlar’ı bulduk.

Nesimi Çimen

Metin Turan’ın Nesimi Çimen ile gerçekleştirdiği söyleşisinden kısa bir anlatım.

Bu söyleşi aynı zamanda 1993 Haziran’ın son günlerinde, Sivas’a gitme hazırlığında olan ozanımız ile akşam vakti Ankara’da Kardelen Restoran’da gerçekleştirilmiştir.

Fotoğraftakiler soldan sağa: Ozan Muharrem Yazıcıoğlu, Nesimi Çimen, Selahattin Uslu
Ayaktakiler: Musa Seyirci, Rıza Hasgül

Ahmet Kaya'nın Cemal Süreya ile Olan Söyleşisinden Bir Kesit

 


O zamanlar Abuzer Karakoç’la rekabet halindeydim. En uçta, zirvede olan oydu. Türkiye koşullarında Zülfü vardı, ama star değildi. Zülfü yurtdışında yaşayan bir adamdı. Türkiye’de Abuzer vardı. Cem vardı. Ben kendi ilişkilerim içinde Abuzer’le rekabet ediyorum. Ondan daha iyi çalmalıyım, daha iyi şeyler yapmalıyım diye.

Derken 1977 yılında askere gittim. Askere gitmekle birlikte bende ideolojik anlamda köklü değişiklikler başladı. 2 Eylül 1977, gecekondu mahallesinde çalışmalar, daha önce Van depremi, o yoğun gidiş gelişler... Kasım 77’de askerdeydim.

1984’te Hasan Hüseyin Demirel’le bir mangal başı muhabbetinde Ahmet Kaya olmaya karar verdik. Olay böyle yani.

Ahmet Kaya’nın Cemal Süreya ile 1989 yılındaki söyleşisinden bir kesit.

Fotoğraf Kaynak: Stüdyo Celal

Bir Değerli Halk Bilimcisi Battal Pehlivan

 


Değerli halk bilimcisi, araştırmacı yazar Battal Pehlivan’ı bedenen aramızdan ayrılışının 30. Yılında, sevgi, saygı ve büyük özlem ile anıyoruz.

Battal Pehlivan, kısacık ömrüne on bir kitap sığdırmış, halk edebiyatı için de sayısız araştırmalarda bulunmuştur. Aynı zamanda Sivas Katliamı’nda da otelden kurtulabilen 35 canımızdan birisidir. Kardeşi İsmail Timur Pehlivan’ın deyimiyle de katliamdan kurtulduğuna hiç sevinmemiştir. Yaşadığı ağır katliamın sonucunda, kaybettiği onlarca dostunun acısına daha fazla dayanamamış, tıpkı Rıfat Ilgaz gibi, 93 Temmuz’a yakın bir tarihte de bedenen aramızdan ayrılmıştır.

Paylaştığımız görsel Battal Pehlivan’ın cenaze törenine aittir.

Fotoğrafın kaynağı ise kendisi gibi halk bilimcisi olan kardeşi İsmail Timur Pehlivan’dır.

Uğur Mumcu'nun Kaleminden

 


Bir gün Güney illerimizin birinden, Şeho Bildik adlı bir köylü yurttaşımızı getirip tutuklamışlardı. Şeho Bildik’in suçu, devrimci öğrencilere yataklık etmekti. Mahkemeye çıkınca, yargıç sormuş:

- Anayasa’yı tağyir, tebdil ve ilga ettin mi?
- Efendim?
- Oğlum, yani savcı diyor ki, Anayasa’yı tağyir, tebdil, ilga etmişsin, ne diyorsun?
- O dediğinizden hiç yapmadım komutanım…

Yargıç dayanamayıp suçun niteliğini açıklamış:
- Oğlum, Anayasa’yı ihlal ettin mi?
Yanıt şöyle gelmiş:
- Efendim, biz köylüyüz. Ne anlarız Anayasa’dan. İhlal edilmişse şehirliler etmiştir…

Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade kitabından alıntıdır.

Birden Fazla Pir Sultan'ın Olduğunu Biliyor Muydunuz?

 


Doğrusunu söyleyeyim, şimdiye değin bir tek Pir Sultan Abdal olduğunu biliyordum: Hızır Paşa’nın astırdığı büyük halk şairi. Meğerse aynı adı taşıyan altı şair daha varmış! Pir Sultan üstüne çalışmaya başlayınca öğrendim bunu. İbrahim Aslanoğlu’nun kitabında açıkladığına göre, bu şairler bugüne dek bir tek kişi olarak görülmüşler! Oysa, yaşamları, kişilikleri ve şiirleri kadar çağları da değişik şairlermiş bunlar.

Onun için, artık bu şairleri birbirinden ayırmak zorundayız: Pir Sultan, Pir Sultan’ım Haydar, Abdal Pir Sultan, Pir Sultan Abdal (I), Pir Sultan Abdal (II), Pir Sultan Abdal (III), Pir Sultan Abdal (IV), ikinci Pir Sultan…

Acaba, hepimizin bildiği, Sivas’ta aslan ünlü şair bunlardan hangisi? Bunu belirlemek her birini tanımayı gerektiriyor.

Asım Bezirci - Pir Sultan Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Etkisi ve Bütün Şiirleri, kitabından.

Fotoğraf; hayatını da incelediği Pir Sultan Abdal’ın 1993 yılında Sivas’ta gerçekleştirilen anmasına katılan Asım Bezirci, edebiyatçı dostları Behçet Aysan, Metin Altıok ve Uğur Kaynar ile birlikte. Otelin yakılmasına dakikalar kala…

20 Ocak, 2020

Asım Bezirci Kimdir?


Sivas Katliamında kaybettiğimiz değerli edebiyatçı Asım Bezir Kimdir? İşte biyografisi:

Asım Bezirci 1927 yılında Erzincan'da dünyaya geldi. İlkokulu memleketinde, orta ve liseyi parasız yatılı olarak Erzurum'da okudu. 1946'da Erzurum Lisesi'ni, 1950'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 1973'de kadar özel bir şirkette muhasebe ve murakabe servislerinde şef olarak çalıştı. 1978'de emekliye ayrılarak kendini tümüyle edebiyata verdi.

1950'de Gerçek gazetesinde yazarlığa başladı. Gazetede siyasal fıkraların yanı sıra çeviriler ve edebiyat üstüne denemeler yayımlandı. Fikret Arıtel takma adıyla 1955'te Forum ve 1956'da Yeni Ufuklar dergisinde bir kaç eleştirisi basıldı. 1957'de Ankara'da yedek subaylığını yaparken Halis Acarı takma adıyla Seçilmiş Hikayeler dergisi ile Pazar Postası gazetesinde sürekli yazmaya koyuldu. 1960'tan sonra bir çok dergide göründü. Nurullah Ataç'ın öznel/izlenimsel eleştiri anlayışına karşı nesnel/bilimsel eleştiri çağının açılmasına, yerleşip gelişmesine uğraştı. Ardından, bu yeni anlayışın toplumcu dünya görüşüyle temellendirilmesine girişti. Bu görüşün estetik kuramını oluşturmaya çaba gösterdi.

Ayrıca, edebiyatımızın değişik dönemlerini, sorunlarını, olaylarını, şair ve yazarlarını ele alan deneme, eleştiri, araştırma, inceleme örnekleri verdi. Tevfik Fikret'in, Ahmet Haşim'in, Nazım Hikmet'in, Cahit Sıtkı Tarancı'nın, İlhami Bekir'in, Sabahattin Ali'nin, Orhan Veli'nin bütün şiirlerini derleyip eleştirili/açıklamalı basımlarını hazırladı. Yeni A, Dönem, Gelecek, Sanat Emeği, ve YazkoEdebiyat dergilerinin kurucuları/yöneticileri arasında yer aldı. Türkiye Yazarlar Sendikası'nın yönetim kurulunda bulundu ve 1978'den 1987'ye kadar saymanlığını yaptı. 1963'te Otağ dergisinin, 1968'de Yeni derginin okurlarınca, yaşayan eleştirmenlerin en beğenileni seçildi. Rıfat Ilgaz adlı çalışmasıyla 1989 Ferit Oğuz Bayır Kültür ve Sanat Ödülü'nü kazandı. 1954'ten beri yazdığı, çevirdiği, derleyip düzenlediği yayımlanmış kitaplarının sayısı 70'e ulaşan Asım Bezirci'nin 16'da çeviri kitabı mevcuttur. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Katliamında ise bedenen aramızdan ayrılmıştır.

Asım Bezirci'nin Eserleri
  • Çok Kapılı Oda (1961)
  • Edip Cansever (1961)
  • Günlerin Götürdüğü Getirdiği (1962)
  • Bilimden Yana Sosyalizme Doğru (1963)
  • Abdülhak Hamit ve Târık yahut Endülüs Fethi (1966)
  • Okudukça (1967)
  • Ahmet Haşim (1967)
  • Orhan Veli Kanık (1967)
  • Nurullah Ataç (1968)
  • Dünden Bugüne Türk Şiiri (1968)
  • Metin Eloğlu (1971)
  • On Şair On Şiir (1971)
  • Seçme Romanlar (1973)
  • İkinci Yeni Olayı (1974)
  • Sabahattin Ali (1974)
  • Nâzım Hikmet ve Seçme Romanlar (1975)
  • Soyalizme Doğru (1975)
  • Bilimden Yana Sosyalizme Doğru (1976)
  • Orhan Kemal (1977)
  • Halk, Sosyalizm, Kültür ve Edebiyat (1979)
  • 1950 Sonrasında Hikayecilerimiz (1980)
  • Seçme Hikayeler (1981)
  • Abdulhak Hamit (1982)
  • Pir Sultan (1986)
  • Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri (1986)
  • Şairlerimizin Diliyle Barış (1987)
  • İnceleme ve Şiirler Türk-Yunan Dostluk ve Barışı (1987)
  • Rıfat Ilgaz (1988)
  • Deyimlerimizin Sözlüğü (1990)
  • Oktay Akbal (1991)
  • Sosyalizmin Işığında Felsefe, Bilim ve Din (1993)
  • Temele Gül Dikenler (1993)
  • Güle Dil Verenler (1993)

23 Ekim, 2019

Bir Çınar, Feyzullah Çınar..


Feyzullah Çınar’ın plakları yüz binler satar ancak bu plaklardan maddi kazanç elde edemez. Geçim sıkıntısına düşer. Yakın dostu Fikret Otyam dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Vedat Dalokay’a bir mektup yazar ve iş verilmesi hususunda yardım ister. Mektupta ise şöyle yazmıştır: “Şu parktaki adamın, yiğit bir halk çocuğumuzun, namuslu bir halk ozanının aç gezdiği Başkent’te tok gezmekten utanıyorum. Selam.”

Değerli ozanımız Feyzullah Çınar 23 Ekim 1983 yılında bedenen aramızdan ayrılmıştı. Bugün ölüm yıl dönümü. Onu saygı ve özlemle anıyoruz. Fikret Otyam Babayı da iyi ki tanımışız. Çok büyük bir ustadır kendisi. Devirleri daim olsun.. Sanatları asırlarca yaşasın!

21 Eylül, 2019

Nesimi Çimen: Gidelim Dostlar, Gidelim De Sıramızı Savalım


Halk oyuncuları tarafından 23 Ağustos 1969 Cumartesi günü Tunceli’de Pir Sultan Abdal oyunu oynanacaktır. Kentte olaylar çıkabileceği gerekçesi ile valilik oyunu yasaklar ve oyuncular gözaltına alınır. Sonrasında tüm oyunculara gözaltında işkence yapılır. Umur Bugay’ın Oğlum Adam Olacak Kitabındaki anlatımından:

O sırada polis yine geldi. İçeriyi fenerle kolaçan ederek “O Kayserili şair nerede ulan?” diye bağırdı. “Zulüm mulüm diye bir şeyler okuyordu. Gelsin buraya!” Nesimi yerinden kalktı. “Gidelim dostlar dedi, gidelim de sıramızı savalım.” Dışarıya çıkar çıkmaz üstüne çullandılar. Onu götürdükleri gibi kıçına tekme, ensesine yumruk, kan revan içinde getirdiler.

Bu paylaştığımız fotoğrafta Cumhuriyet Gazetesi’nin 09.09.1969 tarihli yapmış olduğu haberden bir karedir.

Soldan sağa: Ayberk Çölok, Aşık Nesimi Çimen, Tuncer Necmioğlu ve Yüksel Topçugürler. Ayrıca Ayberk Çölok ve Tuncer Necmioğlu polisler tarafından yolunan bıyıklarını tıraş ederek bu karede poz vermişlerdir.

Kültüre Adanmış Bir Hayat: Battal Pehlivan


Battal Pehlivan

23 Nisan 1947 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesi Kızıldere köyünde dünyaya geldi. Uzun yıllar çeşitli gazetelerde gazetecilik yaptı. Halk kültürü ve Anadolu Aleviliği ile ilgili bir çok önemli çalışmaya imza attı. Yaptığı araştırmalar, incelemeler ve yazmış olduğu kitaplar, günümüz için büyük önem taşımaktadır. Madımak Katliamında otelden kurtulan otuz beş candan birisidir. Ancak olaylardan çok etkilenmiş ve yüreği bu acıya daha fazla dayanamamıştır. 5 Mart 1994 yılında bedenen aramızdan ayrılmıştır. On bir kitabı mevcut olan Battal Pehlivan hocamızı saygıyla, özlemle ve hasretle anıyoruz.

Nejat Birdoğan ve Gülağ Öz Hocalarımıza Teşekkürlerimizle


Nejat Birdoğan ve Gülağ Öz.

Kuşkusuz Anadolu Aleviliği, bilimsel olarak bu iki isime çok şey borçlu. Gerek Anadolu coğrafyasında yaptıkları soy, aşiret, ocak araştırmaları olsun, gerek köy köy dolaşılarak yapılan tarihi kayıtlar olsun, gerek de yazmış oldukları araştırma içerikli kitapları olsun kültüre katkıları saymakla bitmez. Nejat Hocamızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Gülağ hocamıza da sağlıklı ömürler diliyoruz. Var olsunlar!

Fotoğraf Kaynak: Gülağ Öz, Yıl: 1998

Onat Kutlar


Onat Kutlar

1936 yılında Alanya’da doğdu. Aslen Gaziantep’lidir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini son yılında mezun olmayı beklemeden bıraktı ve felsefe okumak için Fransa’ya gitti. Şiir ve öykü kitapları yazdı. Bir dönem Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Yapıtları arasında üç senaryoya da imza atan Onat Kutlar, 30 Aralık 1994 yılında The Marmara Oteli’ne düzenlenen bombalı terör saldırısında yaralandı. 15 Ocak 1995 tarihinde ise tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

Bir önceki paylaşımda Onat Kutlar’ın, Nesimi Çimen ve Aşık Daimi ile ilgili yaşamış olduğu bir anısını sizlerle paylaşmıştık. En üzücü olan nokta ise sanatçılarımızı ve aydınlarımızı elden bir şey gelmiyormuşçasına bu şekilde yitiriyor olmamız. Yaşasalar kim bilir daha ne önemli eserler bırakacaklardı bizlere. Anıları önünde saygı ile.. Sivas Katliamından sonra kaleme aldığı bir yazısından ufak bir kesit sunalım:

Sen insan bile değilsin. Gözü dönmüş bir katil, bir yaratıksın. Sen, yüreği insan ve yurt sevgisi ile çarpan, tüm yaşamını ulusal edebiyatın en güzel eserlerini incelemeye, araştırmaya, değerlendirmeye adamış, kırk yıllık dostum o değerli yazar Asım Bezirci‘yi yakmadın.

Sen,”Baza, baza! Çi hest-ü baza!“, “Gel, gel! Kim olursan ol gene gel! İster kafir ol ister putperest gene gel! Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir!…” diyen kutbu Hazret-i Mevlana‘yı yaktın.

Sen nasıl müslüman olabilirsin? Yaktığın, göz göre göre, sırıtarak ve alkışlayarak yaktığın o mazlum yiğit, dürüst arkadaşım, o büyük cura ustası, halk ozanı, Sıvas’lı Nesimi Çimen değildi.
Sen, bir toz tanesinde alemleri gören, yüce tanrının bir sureti iken senin gibi biri marifeti ile derisi yüzülerek aslına dönen Seyyit Nesimi‘yi bir kez daha yaktın.

Sen nasıl Sivaslısın?
Sen, “Kavaklar” şiirinin dizeleri, Sezen‘in sesiyle dalga dalga tüm Anadolu’ ya yayılan; yıllarını inanılmaz bir özveri güzelliği ile Anadolu kentlerinde öğrencilerine adayan, Türkçenin en iyi çağdaş ozanlarından Metin Altıok‘u vahşice yaktığını sanıyorsun.
Ey zavallı gafil hayvan, yaktığın Yunus‘tur.

Aşık Daimi ve Nesimi Çimen'in Başına Gelenler


1974 yılı olmalı. Ecevit’in kısa koalisyon iktidar dönemi yeni başlamıştı. 12 Mart askeri darbesinin karanlığı henüz tam dağılmamıştı, ama gene de ufukta puslu bir aydınlıktan söz etmek mümkündü.

Ünlü “Balyoz Harekatı” sırasında susturulmuş, ezilmiş genç topluluklar yeniden bir araya geliyor, forumlar, toplantılar ve konserlerle seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.

Şair arkadaşım Süreyya Berfe ile birlikte bu konserlerin en kalabalık olanlarından birindeydik. Spor ve Sergi Sarayı’nda. Tribünlerde aşağı yukarı altı yedi bin kişi vardı. Hemen hepsi genç. Ortalıkta parkalı, Che Guevara tavırlı, botlu ve kollarında kırmızı görevli pazubentleri taşıyan sert görünüşlü delikanlılar dolaşıyordu. Sloganlar, sol yumruklar vs.

Bu, bir halk ozanları konseriydi. İçeri girerken bir tanıdık yüzle karşılaşmıştık. Elinde kılıf içinde küçük curası, uzun Alevi bıyıkları, gülen gözleriyle o gösterişsiz Orta Anadolu adamı: Aşık Nesimi. Yanında duran ve elinde gene bir saz taşıyan kişiyi bizimle tanıştırmıştı: “Aşık Daimi. O böyle yerlere pek gelmez. Ama kırmadı beni geldi...” demişti.

Tüm yaşamları halkın en yoksul kesimleri içinde geçmiş, yüzlerce yıllık bir müzik damarının ve halkın Pir Sultanlara uzanan başkaldırı geleneğinin iki canlı temsilcisi olarak yaşamış bu iki sanatçı çevrelerine biraz sempati, biraz da yadırgama duygusu ile bakıyorlardı.


Az sonra sunucu Aşık Nesimi’yi ve Daimi’yi haber verdi. Ötekilerle oranlanmayacak cılız bir alkış ve ‘Kim bunlar?’ gibilerinden mırıltılar. Oysa neredeyse o gençlerin yaşı kadar yıl özgürlük mücadelesine katılmış, baskıların, zulmün her türlüsünden geçmiş, küçük curasıyla inanılmaz bir direnç destanı yaratmış Nesimi’nin adı duyulunca herkesin saygıyla ayağa kalkacağını sanmıştım. Hiç öyle olmadı. Daimi ve Nesimi iki derviş gibi bağdaş kurdular, Pir Sultan sesiyle halkın hiç sönmeyen başkaldırı ateşine iki kırık dal atmaya durdular.

Ama bir süre sonra topluluk, ajitasyon isteklerine yeterince cevap veremeyen bu iki sanatçıdan büsbütün uzaklaştı. Homurdanmalar başladı. Süreyya ve ben çevremizdekileri uyarmak istedik. Ama biraz daha üstlerine gidersek kavga çıkacağı açıktı. Sustuk.


Nesimi Çimen tüm protestolara rağmen istifini bozmadı. Homurdanmalar yuhlara dönüşmeye başlarken birden inanılmaz bir şey yaptı. Ayağa kalktı. Daimi'yi dostça susturdu. Elinde curasıyla sunucu mikrofonuna geldi. "Dostlar" dedi, " Şimdi bir dakika susun. Ve halkın sesini dinleyin." Bir anlık bir suskunluk oldu. Nesimi Çimen küçük curasıyla ne yazık ki buraya tamamını alamayacağım o ünlü taşlamasını söylemeye başladı:

"Kolay mı gerçeği görmek
Dost bağında güller dermek
Orda kalsın değer vermek
Yeter ucuza satmasın


Sonu gelmez bu virdimin
Dermanı yoktur derdimin
Gerekmez ilaç yardımın
Yeter yakamdan tutmasın

Nesimi der vay başıma
Kanlar karıştı yaşıma
Yağın gerekmez aşıma
Yeter zehirin katmasın"

Sonra aldı arkadaşını ve gitti.

1991 yılı Onat Kutlar’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmış olduğu köşe yazısından bir anı.

Uğur Mumcu


Uğur, otomobilini hep polis noktasına yakın park ederdi. Böyle bir saldırıyı bekliyordu. Her zaman önce kendisi arabaya gider, bizim daha sonra gelmemizi isterdi. Bugün de böyle oldu. Ben patlamayı apartmanın kapısında duydum. Önce trafo patlaması zannettim. Daha sonra aracı gördüm. Keşke ben de onunla gitseydim...
Eşi Güldal Mumcu

Uğur Mumcu’nun aracını park ettiği yer Tunus Büyükelçiliği’nin biraz ötesinde ve polis kontrol noktasına çok yakındır. Patlamanın olduğu yerin hemen arka kısmında ise taksi durağı vardır ve sokak aydınlatması olan bir sokaktır. Kendisi ölmeden üç gün önce İlhan Selçuk’a: “Ağabey seni ve beni öldürecekler.” dediğini biliyoruz. Onu hep cesur kalem olarak anacağız. Fotoğrafta 2019 yılı anmasından...

O’nu büyük özlem ve saygı ile anıyoruz.

BABASINDAN SEFİL SELİMİ'YE: OĞLUM SEN GERÇEKMİŞSİN, AMMA BİZ GEÇ ANLAMIŞIZ


Yazmış olduğu şiirlerinden dolayı Sefil Selimi’yi babası evlatlıktan bir dönem reddeder. Kendi anlatımıyla:

Hergün akşama kadar geliyorlar, babama Ali Efendi yahu senin oğlan aşık olmuş. Öyle Alevilerin söylediği şeyleri söylüyormuş, bu ayıptır diyorlarmış. Ama Sefil Selimi bunlara itibar etmeden gerçekleri yaşamaya ve anlatmaya devam etmiştir.
Sonrasında babası ölmeden önce:
“Oğlum sen gerçekmişsin, amma biz geç anlamışız” der ve onu destekler.

Sefil Selimi’nin Gülağ Öz ile 1995 yılında yapmış olduğu röportajdan.

20 Eylül, 2019

Ne Demek Mekruh? Ne Demek Kızılbaş?


Çocukluğumda Aksaray’da pazar Çarşamba günleri kurulurdu. Eczanemizin önünde bir meydan var. Meydana köylüler gelir. Ne satıyorsa; yağdı, yumurtaydı, peynirdi falan… Biz tereyağı çocuğuyuz. Sahtekarlık yoktu o zaman. Mis gibi tereyağlar. Babam “git bir cingil yağ al” dedi. Cingil şöyle bir bakır kap. Gittim bir adam orada, pos bıyıklı, sigaradan yanmış bıyığı. Üstü başı yırtık ama önündeki yağın üzerindeki bez koladan çıkmış gibi. Tam parayı verirken 60 kuruş mu, 55 kuruş mu, oradan bir kol yapıştı “yürü git” dedi. Bir baktım müezzin İbrahim Efendi amca, nur içinde yatsın. “Ulan dedi bunlar Alevi, bunlar Kızılbaş. Bunların kestiği yenmez, mekruhtur” dedi. Hiç kulağımdan gitmiyor. Bugün 88 yaşındayım, bu anlattığım hikaye 7 yaşındayken. Gittik başka yerden yağ aldık, eczaneye geldik. Babama da şikayet etti “Kızılbaşlardan yağ alıyordu, önledim” dedi. Şurama işledi bu benim. Ne demek mekruh? Ne demek Kızılbaş? Ne demek Alevi? Neden yenmez? Zamanla öğrendim ki bunlar Yavuz Sultan Selim’in kılıcından kaçan, Hasan Dağı’na sığınan Aleviler. Bunlara merak saldım ben. 1953’te mezun olunca dedim ya gazete için gittim diye, işte kendimi Alevi köylerinde buldum. 20 yıl sonra peşine düştüm yani. Zaten o arada da alevilikle ilgilendim, hep kitap okudum.

Fikret Otyam

Nesimi Çimen, Yaşar Kemal'le Nasıl Tanıştığını Anlatıyor


Nesimi Baba, aşıklığa nasıl başladığını ve Yaşar Kemal'le nasıl tanıştığını bir söyleşi'de şöyle anlatmış;

Aşıklığa başlaman nasıl oldu?

-61’de, Yaşar Kemal Kadirli’ye gelmişti, hanımı Hilda’yla beraber. Onunla tanıştım orada. Hani işçiler gidiyordu ya Almanya’ya 60’ta falan. Mali durumum kötüydü. Dedim ki, ”Ya, beni Almanya’ya gönderebilir misiniz işçi olarak, İstanbul’a gelsem?”

Yaşar Kemal neden gelmişti oraya?

Gezmeye gelmişti Kadirli’ye. Yaşar Kemal oralıdır. Doğum yeri Kadirli onun. Amcaları var, akrabaları var, Şafi Kürtler. Yaşar Kemal oraya gelmiş. Bizim Alevilerden bir kadın var, Koyuncu Zeynep… Belli bir kadın. Durumu iyi, maddi durumu iyi, varlıklı bir kadın. Yaşar, zaten daha sosyalizmin, devrimciliğin daha başlangıcında akrabaları dövecekti onu Komünist oldu diye. Onu Aleviler kurtarmıştı. Yaşar Kemal’i koruyan, muhafaza eden Alevilerdir. Onun için Yaşar Kemal, Koyuncu Zeynep kadının misafir olmuş. İri yarı varlıklı bir kadındır Zeynep kadın. Yemek falan hazırlamış davet etmiş Yaşar Kemal’i. Yaşar demiş ki ”yahu Zeynep hala burada hiç iyi saz çalan yok mu?” demiş ”bir dede davet edelim saz çalsın” demiş. Bilirsin, o sever öyle şeyleri. ”Valla dede mede bilmem, ama bizim bir dedemiz var ama dedelik yapmıyor. Kalaycıdır kendisi ama aslında dededir, güzel cura çalar. Onun da başı kalabalık. Misafiri çok olur onun, ben kalkayım gideyim eğer bırakırlarsa, misafiri yoksa alır gelirim. Ama onun misafiri çok olur” demiş, ''Bir gidiyim'' demiş kadıncağız.

Bizde de hakikaten çok adamlar vardı 15-20 kişi, oda dolu oturuyorduk. Kapı açıldı. Baktık Zeynep kadın. Uzun boylu bir kadın Koyuncu Zeynep,
- Selamünaleyküm
- Aleyküm selam….
- Buyur, dedik….
- Buyurmayacam…
- Benim sizden bir ricam var dedi cemiyete, ”benim kıymetli bir misafirim var” dedi, ”Yaşar Kemal” dedi, ”O benden bir saz çalan istedi. Ben de başka bir kimseyi düşünemedim Nesimi Baba’ya geldim” dedi. ”eğer mümkün ise hepiniz buyurun bize gidelim, yok gelmiyorsanız Nesimi Baba’yı bana verin, vermiyorsanız da siz bilirsiniz.” dedi kadıncağız. Cemiyet dağıldı. Biz gittik Yaşar’ın yanına. Orda, gittik çaldık, çağırdık, öyle tanıştık yani.

Fikret Otyam'dan Feyzullah Çınar'a


Fikret Otyam'dan Feyzullah Çınar'a;
Feyzullah, Anadolu kültür mirasını en yiğit, en içten ve bir güzellikte olması gereken, güzeli güzel ve daha güzel yapan, nice öğeleri yabana atmadan bu mirası en hasından kullanan bir sanatçıdır. Çağının da adamı olarak, yani ayağa yere basarak, sağlam basarak.

Bu bin yıllık dostu, fazla övdüğüm, hatır için övdüğüm, kolladığım, abarttığım gelmesin aklınıza. Yapmam böyle şey, ama yapmak istediğim bir gerçeği teslim etmektir. Yiğidin hakkını yiğide vermeye yardımcı olmaktır. İçinde bulunduğumuz hay huy arasında değerinin farkına varamadığımız halkımızın bir usta ozanı için daktiloma dökülen duygularımdır onun sazı ve sesi gibi yalansız dolansız. Elimde kimileri göçüp giden nice usta ozanımızın sesleri vardır bantlar dolusu; Dedim ya, en çoğunu Aşık Feyzullah Çınar kapsıyor... Yıllar yılı çeşitli ruh dünyası içinde çalıp söylediği deyişler. Feyzullah halkımızın malıdır, hepimizindir. Bu bantları da ötekiler gibi gerçek sahibi halkımıza sunmak isterim, dinlediğiniz zaman bu yazının eksik kaldığının farkına varacaksınız.

Meluli Baba

Yetmişli yıllarda bir sohbet sırasında Hamdullah Erbil “Dedeciğim, niçin şiirlerinde bazen Farsça ve Arapça sözcükler kullanıyorsun” diye sorar. Şöyle bir yanıt alır: “Bizde millet ve dil ayrımı yoktur oğul! Keşke dünyada bütün insanlar birbirlerini anlayacak tek bir dili konuşsalardı. Bu nedenle biz, özel olarak bir akımı, mesela şimdi sizin çok üzerinde durduğunuz öz-dil gibi kavramları doğru bulmayız. İnsanlar arası iletişim, alış-veriş, ticaret vs. olduğu sürece diller de birbirine karışmak zorundadırlar, tıpkı ırklar gibi. Günümüzde safkan diye bir şey kaldı mı dünyada? Onca korunan arap atları bile artık safkan değiller. Dilde önemli olan, insanların birbirlerini anlayabilmeleri, anlaşmakta güçlük çekmemeleridir. Şimdi sen, yeni bir dil insanı ilerletir, uygarlaştırır diyorsun. Ama yeni dil mi uygarlığı, yeni maddi nesneleri yaratıyor yoksa yeni maddi nesneler mi yeni dili yaratıyor, geliştiriyor? Bunun yanı sıra dersen ki bugün biz sizi anlamıyoruz, o zaman haklısın. Çünkü uygarlık ilerledikçe diller de ilerler, gelişir. Dolaysıyla eski kaybolur. Bugün ilerici kesim, yabancı sömürücülüğüne, siz onlara emperyalizm diyorsunuz, emperyalizme karşı mücadele kaygısıyla öz türkçe diye çırpınıp duruyor. Oysa hangi türk bugün Orta Asya’daki atalarını anlayabiliyor? Siz şimdiki gençler daha iyi bilirsiniz, dil insanlığın evrimiyle birlikte ortaya çıkmış bir şeydir ve onunla birlikte de evrimleşmiştir. Benim şiirlerimde kullandığım dil, bizim zamanımızda konuşulan dildi; yaşlılara sor, onlar, hepimiz o dili çok iyi anlarız''

YAZI ARŞİV