25 Şubat, 2020

Aşık Yener: Hayat Hikayem


1928 yılının bir sonbahar günü gelmişim bu çetrefelli, adaletsiz dünyaya. Ay tutulmalarında teneke çalınarak, güneş tutulmalarında da silah atılarak nur parçası olarak bilinen bu iki cismin karanlıktan sıyrılarak kurtulacağına inanılan batıl itikadın hüküm sürdüğü o tarihlerde Maraş vilayetinin Elbistan ilçesine bağlı Tanır Köyü (şimdi ilçemiz Afşin) Hane: 2 cilt 10 sayfa 86 da kayıtlıyım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına. Dini: İslam, Mezhebi: Hanefi deyi de özellikle taşımış olduğum nüfus cüzdanına işlenmiştir. Ancak hala düşündürür beni bu din ve mezhep kaydının işlenmiş olması. Yazılmış olmakla ne karım var; yazılmamış olsa idi ne zararım olurdu deyi.

İlkokulu kendi köyüm Tanır'da bitirdim. Orta ve mesleki öğrenimimi de, eski bir öğrencisi ve mensubu bulunmamla gurur duyduğum Seyhan-Düziçi, Sağlık Kolu kısmını da Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitülerinde tamamlayarak, 1946 yılında sağlık memuru unvanıyla mezun oldum. Kökeni siyasi nedenlere dayalı olaylar sonucu 1962 yılında tutuklandım ve dokuz ay tutuklu kaldıktan sonra açığa alınmış halimle beş sene kadar mahkeme karar ve yargıtay tasdik kararını bekleme süreci içinde gelmiş olduğum İstanbul havasının kozmopolit çirkefinin çamur bataklığında yıllar yılı iş aramalar hor görülmeler, kovulmalar, devrimci şiirlerimden dolayı çeşitli takipler, tehditler, açlık, perişanlık ve sefalet günlerim doldurdu. Fakat hiç bir güç beni inanmış olduğum sosyal adalet ilkelerine bağlılığım ve sömürü düzenine açmış olduğum davamdan döndüremedi ve döndüremezde.


Üzüntünün ve dayanılması güç yaşam savaşının içinde bulunmam neticesi biyolojik yapımın tahammülsüzlüğü nedeniyle kalp hastalığına yakalanmam, yokluk ve sefalet beni hedefimden, inancımdan döndüremedi, yıldıramadı ama, kitap, defter, kalem alma gücünden dahi yoksun olmam nedeniyle ilkokul ve ortaokuldan sonra okutamadığım beş çocuğumdan büyüklerden üçünün bu durumları, bu öğrenimsizlik durumları beni içten içe kemirir ve yer bitirir. Devletimizin bu eğitim düzenindeki adaletsizliğe son vermesi birinci dilek ve gönül arzumdur. Parası olanın okuyabilmesi, parasızın okuyamaması en büyük dert ve halolunması gereken baş bir problemdir. İstanbul'un kenar mahallelerinde susuz, elektriksiz, her türlü sosyal yaşam şartlarından yoksun kiracı olarak oturduğumuz ve yarı ömrümüzü tükettiğimiz gecekondunun tek odalı odasında yazdığım bir şiirle de yaşantımızdan örnek vereceğim.

Düzen bozuldu çarkı yok
Bizim evde bizim evde.
Sağın, ölüden farkı yok
Bizim evde bizim evde.

Yıkık , dökük dört bir köşe
Lamba gazsız, kırık şişe
Ne zevk vardır, ne de neşe
Bizim evde bizim evde.


Hiçbir işe varmaz elim 
Yorgan yırtık dilim dilim 
Ne halı var, ne de kilim 
Bizim evde bizim evde. 

Dövüş çıkar bazen bazen 
Çok durum var gönül üzen 
Ne dirlik var, ne de düzen 
Bizim evde bizim evde. 

Çocuklar avare gezer 
Karı asabını bozar 
Aşık Yener destan yazar 
Bizim evde bizim evde. 

Ve yine günlerce, aylarca iş arayıp bulamadığım, evde ne var, ne yok satıp yediğimiz günlerde yazılmış bir şiirden bir kıt'alık örnekleme: 

Daldı Aşık Yener derine daldı
Bir iş için üç yıl bin kapı çaldı 
Satmadık ne yastık, ne yorgan kaldı
Tamtakır bizim ev hanı da geçti.

Ve yine hırsız ve rüşvetçi erbabına karşı çıkmam neticesi beş seneden sonra başlamış olduğum memuriyetten dilimizin ceremesi olarak sürgünlere gönderilmem zamanının birinde yazmış olduğum bir şiirden bazı kıt'alar: 

Madde madde yeri var bizim Anayasa'da 
(İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.) 
Cepler delik, mide boş olsa da, olmasa da 
(İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz)

Doğu Anadolu'nun tüm halleri derbeder 
Otosu yok, yolu yok hastalar sırtta gider 
İstanbul'la, Ankara sabaha dek dans eder 
(İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.) 

Hacı Yatmaz Ağa'nın köyü var katar katar 
Kendi gider Başkent'te kız oynatır, zevk çatar 
Karnın doyurmak için Hasso ceketin satar 
(İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.) 

Rüşvet erbabı şahin gelip makama çöker 
Otuz yıl ayni yerde, yerde keyfine bakar, 
Garip Aşık Yener'e her sene sürgün çıkar 
(İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.) 

İşte bu ve buna benzer şiirlerimi zaman zaman okudukca, o günlerin anıları bir düşman süngüsünüa korkunçluğu ve acısı ile yüreğime yeniden saplanır gibi gelir bana. Bir daha hınçlaşır, bir daha duygulanır, bir daha intikam hırsı ile hemen sarılırım kalemime.


Batıl itikatlara hiçbir zaman iltifat etmedim. Ve bu batıla inanmak isteyen bilinçsizleri mantıki yoldan uyarmaya, fenne, bilime ve müsbet ilimlere inandırmaya aklımın erdiğince çaba gösteririm. Yine bir şiirimle vurguladığım bu husustaki görüşümü bir-iki kıt'a ile örnekleyeyeyim:

Şu yirminci asrın son yarısında 
Okulsuz, çeşmesiz köyler var daha. 
Böyle gider ise kurtulmamıza 
Asırlar, seneler, aylar var daha.

Baba, hoca arar kız kucağında 
Muskaya inanır uzay çağında 
Batıl itikadın kıl tuzağında 
Avlanacak kadar toylar var daha. 

Ortaçağ düzeni açmış kolunu 
Sana kapamışlar ilim yolunu 
Dolaş bak kardeşim Anadolu'nu 
Hüküm süren derebeyler var daha. 

Ozanlık ve ozanlar konusunda da bir kaç cümle ile duralım. Tutucu ve dar bir görüş içerisinde bulunan, çağ dışı düşünceye sahip bazı ozanlar ve onları yönetici durumundakiler her (Aşıklar Bayramı) ismi altında tek taraflı bir zihniyetle şenlik düzenlemektedirler. devrimci ozan çağrılmaz. Oysa ozanlar deyince Türk ozanlarının hepsinin çağrılması gerekir. Görüş ve düşünce ne olursa olsun, ozan halkın ozanıdır. Ne acı ki T.R.T. kurumumuz ve yapımcıları da bu şenliği alayı-vala ile tüm dünyaya yayarlar. Hiçbir uygar ozanın orada bulunmadığını bile bile. Diğer bir hususta bazı ozan taslaklarının hiçbir sene Konya ilimizde bu şenliğe hiçbir edebi eseri olmadığı ve ozanlıkla ilgisi olmayan hırsız türedileri de diğer bazı ozan arkadaşlarıma oynadıkları hile oyunu gibi benim de otuzvbeşin üzerinde şiirim plak ve banda okunduğu halde bunlardan ancak on kadarında ismim geçmektedir. Diğerleri korsan ozanlarca kendi eserleriymiş gibi onların ismicişmi geçmektedir. Bu durumu şiddetle lanetlerim. Ozanlığım, ilkokul öğrencisi bulunduğum 1938 yıllarında başladı ise de, edebi ve sanat değeri taşıyan (taşıyorsa tabii) şiirler yazmaya başlamam 1945 yılından sonra ağırlık kazanmaya başladı. Ozanın şiir denecek şiirler yazabilmesi için şu hallerin çemberinden geçmiş olması gerekir kanısındayım: Açlık, sefalet, işsizlik, horlanmışlık, yerįlmişlik. Ve aşk üzerine de yazabilmek için aşık olmak, sevmek, sevda çekmek, sevilmek veya sevilmemek gereklidir. Bir kaç örnekleme de bundan verelim:

Bir kaç Mecnun oldum sevdan ile gezerek 
Bakma öyle gözlerini süzerek 
Altınları sıra sıra dizerek 
Ak gerdana takışına kurbanım. 

Nazar değer sürme çekme gözüne 
Güvenirim ikrarına, sözüne 
Benim gibi bir köz düşmüş özüne 
Dönüp dönüp bakışına kurbanım. 

Diğer bir sevgiliye: 

Gözüm özlem özlem düşüp yollara 
Merhaba Hocanım işte ben geldim. 
Dağlar yol mu vermez aşık kullara 
Merhaba Hocanım işte ben geldim. 

Ne güzel yakışır önlüklü urban 
Giyip de mektebin önünde durman 
Ahu gözlerine bin ozan kurban 
Merhaba Hocanım işte ben geldim. 

Ak inci gibisin al yemenide 
Bu aşk oylum oylum yaksın seni de 
Taleben olayım, okut beni de 
Merhaba Hocanım işte ben geldim. 

Konup eğlendiğin dalın olayım
Odana serdiğin halın olayım 
Çiğne geç sinemi yolun olayım 
Merhaba Hocanım işte ben geldim. 


Zaten şiirlerim hayatımın yaşantısından birer parçalardır. Değerli okurlarım kitabın derinliklerine daldıkça bu hali göreceklerdir. Benim ve bütün he sınıfımızın sosyal, ekonomik, kültürel ve sevgisel duygularımız bir bütündür. Biz ozanlar sadece gördüğümüzü, bildiğimizi, duygumuzu gönüllere aktarırız. Taktir veya yergi okurların yargısına bağlıdır. Mutlu yarınlar dileği ve saygılarımla sunulur.

AŞIK YENER 1982 YILI DEYİŞLER DEMETİ KİTABININ ÖNSÖZÜNDEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YAZI ARŞİV