Babam beni Afşin'de Ermeni bir ailenin yanına vererek Ermeni Mektebi'ne gönderdi.
İlk tasavvuf gıdamı ben bu aileden aldım. Kadın gerçek inançları olan birisiydi. Kocası Penes batıl inançlı, Kilise'ye gidip gelen bir insandı. Kadın zorunlu olarak Kilise'ye giderdi, ama hiç inanmazdı. Benden biraz daha büyük bir kızı vardı; ikisi de bana 'Küçük Dostum' diye hitap ederlerdi. Annem bile bana bu kadar emek çekmemiştir. Bana derdi ki; 'Küçük Dostum, sen bu Penes'e ve onun çevresindeki insanlara bakma. Bunlar Tanrı'yı gaipte arayan, Kilise'ye gidip dua etmekle ibadet ettiklerini sanan ve bundan dolayı da bir gün Tanrı tarafından mükâfatlandırılmayı bekleyen, o umut ve cehennem korkusu olmasa dönüp de Tanrı'nın yüzüne bile bakmayacak insanlardırlar. Oysa Tanrı'ya gerçek ibadet, insanı sevmektir ve Tanrı insanın kalbindedir.' Beni kendi çocuğundan hiç ayırt etmedi. Ermeni okulunda Arapça, Ermenice, matematik ve edebiyat öğrendim, dinleri inceleme fırsatım oldu; ama gerçek inancı ve düşünme yöntemini o kadın öğretti. Sonra 1915 Ermeni kıyımı öncesinde buralardan göçüp gitmek zorunda kaldılar. Kadın çok ağlardı. Nereye gittiler, ne oldular, bir daha hiçbirinden haber alamadım."
Çocukluğunun o mutlu ve feyizli yıllarını geçirdiği bu Ermeni ailenin koca taş binası 1960'lı yıllarda Afşin İlçesi'nin ''cezaevi'' olarak kullanıldı ve hayatın cilvesine bakın ki Karaca (Meluli Baba), daha sonraki yaşamında cezaevine düştüğünde 4-5 ay bu evde mahpus olarak yaşadı.
Melûli Divanı ve Aleviliğin Tasavvufun Bektaşiliğin Tarihçesi,
Melûli Baba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder